Kategoriler

anasayfa'ya dön

CUMHURİYETLE NEREDEN NEREYE?

Bugün 29 Ekim 2015. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 92.yıldönümü. Cumhuriyet neden önemlidir? Niçin coşkuyla kutlanır. 29 Ekim nedir? Ne değildir?

29 Ekim sıradan bir milli bayram günü değildir.
29 Ekim önceki ve sonraki günlerinin tatil yapılması suretiyle 4 – 5 günlük tatil yapılabilecek sıradan bir tatil günü hiç değildir.
29 Ekim siyasetçilerin sıradan nutuk attıkları, nutuklarında cumhuriyetin kurucusunun ismini “Gazi Mustafa Kemal” diye telaffuz ederek, “Atatürk” ismini zikretmeyerek akıllarınca siyasi mesaj verdikleri bir resmi gün de değildir.
29 Ekim, kuru hamasetle geçiştirilebilecek bir gün de değildir.

Pekiyi nedir 29 Ekim? 29 Ekim ne devraldı? Neyi başardı?

29 Ekim 1923 itibariyle Türkiye Cumhuriyeti’nin iktisadi ve sosyal durumu şu şekildeydi:

Türkiye’ye geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye, yoksul bir köylü devletiydi.
Nüfusu yaklaşık 12 buçuk milyondu. Bunun da çoğunluğunu yaşlı, sakat, hastalıklı insanlar oluşturuyordu. Okuma yazma oranı erkeklerde % 7, kadınlarda ise binde dörttü. Kişi başına milli gelir 7 lira, kişi başına düşen kamu harcaması 50 kuruştu. Bütün ülkede sadece 135 ortaokul, 23 tane lise vardı. Yalnız İstanbul’da medrese havasında bir üniversite vardı. Lise ve dengi okullarındaki kız öğrencilerin sayısı 230’du. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar azdı. Kışın batağa döndüğü için geçilmesi zordu. Anadolu’da 4.000 (Dörtbin) Km. demiryolumuz vardı. Bir metresi bile bizim değildi. Üstelik yetersiz bir demiryolu ağıydı. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şarttı. Denizciliğimiz acınacak durumdaydı. Köylü ya yarıcı, ya da ortakçı durumundaydı. Doğudaki aşiret, bey, ağa şeyh düzeni cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmıyordu. Her yerde tefeciler halkı eziyordu. Çok az tarım mühendisimiz vardı. Güya tarım ülkesiydik ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyorduk. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyordu.

29 Ekim 1923 günü itibariyle tüm Türkiye’deki doktor sayısı 337, sağlık memuru sayısı ise 434’tü. 150 kadar ilçede doktor yoktu. Pek az şehirde eczane vardı. Kırk küsür bin köye karşılık diplomalı ebe sayımız 136’ydı. Üç milyon insanımız trahomluydu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halindeydi. Bit ciddi bir sorundu. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyordu. Nüfusun % 80’i kırsal bölgelerde yaşıyordu. Bunun oldukça önemli bir bölümü de yerleşik değil göçebeydi. Telefon, motor, makine yok denecek düzeydeydi. Teknolojiden yoksun bir ülkeydik. Bütün sanayi ürünlerini dışarıdan alıyorduk. Kiremiti bile ithal etmekteydik. Avrupa’nın her çeşit malı için açık pazar halindeydik. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde vardı. Kurtuluş Savaşı sırasında düşmanların tümüyle yaktıkları köy sayısı 830, yanan bina sayısı 114 Bin 408’di. 1923-1925 arası Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı 400 Bin’i geçecekti. Köylerdeki evlerin % 90’ının pencere camı yoktu. Kısacası Anadolu taş devrini yaşıyordu.

İşte 29 Ekim; taş devrinden devralınan bir enkazdan modern, güçlü ve saygı duyulan bir devlete kavuşmanın, Türk mucizesi yazmanın başlangıç noktasıdır. 29 Ekim, imkansızı başarmanın, “
ölüyü diriltmenindiğer adıdır. 29 Ekim cumhuriyetin miladı, Türk tarihinin en önemli kavşak noktalarından biridir. 29 Ekim, adı duyulduğunda bile ilham alınması gereken bir gündür. Cumhuriyetle nereden nereye geldiğimizi iyi öğrenirsek, bugünün anlam ve önemini daha iyi kavrarız. Başta cumhuriyetin kurucusu Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere cumhuriyete emeği geçen herkesi şükranla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Yolları yolumuz, emanetleri emanetimizdir. 29 Ekim, “Türk Milletinin evladıyım” demekten gocunmayan herkese kutlu olsun.

Saygılarımla,
Servan Öncel