Kategoriler

anasayfa'ya dön

ATSIZ HER ZAMAN HAKLIDIR

Türk Tarihi’nin yazılı ve yazılı olmayan bütün dönemlerinde Türk adı gerek biyolojik olarak gerek kültür ve medeniyet olarak hep var olmuştur.
Var olmaya da devam edecektir.
Türk adını kan, gen bileşkesinden alıp kültür tarih ve coğrafyanın merkezine medeniyet olarak inşa eden Atalarımız hiçbir zaman bugünkü kadar karışmamış (melezleşme) , yozlaşmamış(asimile) kendi varlığını korumuştur.
Bu güne etki eden etmenlerin gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı Devrinde tohumları atılmıştır.

Selçuklu’nun resmi dilinin Farsça olması, Türk’ün devlet eliyle aşağılanmasının en büyük örneğidir.
Zira dil ne ise sen o’sundur.
Türkçe’nin yok sayılması; Türk’ün yok sayılmasıdır.
Kahramanoğlu Mehmet Bey işte buna isyan ettiği için ünlü fermanını yayımlamıştı.
Beylikler mücadelesi ile geçen surecin sonrasında kurulan Osmanlı Devleti ise yükseliş döneminin son çeyreğine kadar dili Türkçe olarak yaşatmış, akabinde barındırdığı etnik kimliklerin üstünde Türkçe’yi hâkim kılma yerine Osmanlıca adı altında türedi bir saray dili ortaya koymuştur.
Gerek Selçuklu, gerek Beylikler Dönemi, gerekse Osmanlı’nın yükselişinin son çeyreğine kadar ki devri Türk’e dayalı düşünce gelişimi yeterince sağlayamamış olmasına rağmen yine de bu gün ile kıyaslanmayacak kadar iyiye yakındı.
Zira Türk adı yaşıyor, yaşatılıyordu.

Yapılan eserler her ne kadar Hakan’ın ülkesi ismi ile anılsa da, Türk eserleri olarak kabul ediliyordu.
En büyük darbenin İstanbul’un fethi sonrasında kurulan ENDERUN TEŞKİLATI ile vurulmuş olsa da Asıl darbe Yavuz’un DOĞU SEFERİ sonrasında vurulmuştur.
Yavuz’un Türklük şuuru üzerine Osmanlı’nın yükselişini algılayamamış olması sayesinde Türk Medreselerine Suriye ve Mısır’dan getirdiği 5bin civarında ulema sıfatlı insanları getirmesi bu medreselerde ki Türker’in ilim hayatından Osmanlı Devrinde reddedilmesini sağlamıştır.
Bu reddediliş 1683 itibariyle geri çekilme ve toprak kayıplarını peşi sıra getirirken; Osmanlı’nın barbar olarak anılmasını ve Osmanlı üzerinden Türker’in barbar olduğunu Türk Irkı dışındakilerin sürekli tekrar etmesini sağlayarak bilinçaltına Türk Çocuğu’nun işlenmesini sağlamışlardır.

Bu döneme itiraz eden Namık Kemal, Mehmet Emin Resulzade, Gaspıralı İsmail, Ziya Gökalp… gibi İsimler, Osmanlı’nın resmi ideolojinin dışında kaldıkları için büyük baskılara mahruz kalmışlardır.
Ancak ektikleri tohumlar Türk Ocakları’nın 1912’de kurulmasını sağlamış ve yeni bir aydın Türk Tipi’nin yetişmesine vesile olmuşlardır.
Türk Ocakları içinde İstiklal Harbi’nin bütün isimlerini görmek mümkündür.
Ancak her Türk Ocaklı’nın Türkçü olması beklenmemelidir.
Zira Türk Ocakları’na mensup olanlarda gerek devrin kanunları gereği, gerekse Türk Ocakları’nın tüzüğü, Türk Ocakları’nın kapısını herkese açmıştır.
Yükselen değer olan Türkçülük akımı Osmanlı Devleti içinde ortaya çıkan İslamcılık ve Osmanlıcılık akımlarının birbirleri arasında geçişlerine karşılık tek başına mücadele etmekte ve dış etkilere de açıktı.
Buna rağmen güçlü fikir olan Türkçülük, Ocağın başındaki kan-gen ilişkisi olanlarca yönetildiğinden Milli bir akım halini alıp ta İstiklal Savaşı’na da karargâhlık yapmıştır.

Ziya Gökalp’ın fikri olarak ön planda olduğu Türk Ocakları, Fiili olarak her alanda son başbuğ
ATATÜRK tarafından temsil edilmekte, adım adım Türkçülük her alanda mükemmele uygun olarak hayata geçirilmekteydi.
Atatürk’ün siyasetçi kimliği akıl, mantık, ilim ve başarıya giden yoldu.
Ama bizlere bu hiç öğretilmek istenmedi.
Devlet çatısında Türkçülük her alana hâkim olurken; Türkçülük karşıtları aleni nefes alamazken, sinsice fırsat kollamakta her türlü fırsatı değerlendirip asla açık vermemekteydi.
Ziya Gökalp’in erken uçmağa varması akabinde bir yıl sonra Atatürk’e İzmir’de Suikast yapılması; birincisinin kader ise ikincisinin asla tesadüf olmadığını planlı bir hareket olduğunu düşünenler için gözlere sermektedir.
Ancak İzmir Suikastı’nda görünmeyen bir el asıl suçluları korumayı başarmış ve onların yurt dışına kaçışlarını sağlamıştır.
Bunlar Atatürk’ün uçmağa varmasının ardından ülkeye iade-i itibarla tekrar getirilmişlerdir.

Ne hazindir ki; aynı görünmez el, 1935 itibariyle yine sahneye çıkmış ve Atatürk’ün hayatımızdan erken ayrılmasına vesile olurken; Atatürk’ün doktorlarının hiç birisinin Türk olmaması münasebetiyle Atatürk’ün o ünlü sözü söylemesini sağlamıştır.
Beni Türk Hekimlerine teslim edin.”

Görüldüğü gibi Türk Ocakları’nın yetiştirmiş olduğu kadroların hepsinin Türk ve Türkçü olmaması, zaman sonra Türk’e suikast bile tertipleyebiliyor bunu başaramayınca sinsice Ata’nın en yakınlarına sızarak Atatürk’ü zehirliyorlardı.
İşte Atamızın’da aramızdan ayrılması ile birlikte Türk dışı unsurlar aleni sahne alınca bir Türk sesi ortalıkta yankılanıyordu.
İşte o ses diyordu ki;
Her şey Türk’e göre, Türk tarafından, Türk İçin.”

Zira o ses, gerek İstiklal Harbi’ni, gerekse Cumhuriyeti, gerekse hepsini birden temsil eden ATATÜRK’ü sağ olarak tanımış bir sesti.
O ses Hüseyin Nihal ATSIZ’dı.
Atsız, Atası’nı kaybedince bütün meziyetlerinin doğal sonucu olarak sorumluluğu üstlendi ve Türkçülük Hareketi fikri olarak başlatırken mesajını çok derinden vermişti.
Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir.”
Bu söz üzerine Türkçülük Hareketi oturtan Atsız aslında bizlere hem uyanık olmamızı, aldanmamamızı, hem birbirlerimiz ile asla kopmayacağımız zincirlerle kendimizi kenetlememizi ve hepsinden önemlisi bir BOZKURT olmamızı anlatmak istemişti.
Ancak bu sözü anlayamadık ve istisnalar dışında hepimiz aldandık.
Zira hiç birimiz Atsız kadar güçlü değilken, onun fikirleri ile yıktığı dağları bizler kazma kürekle yıkmaya çalıştık.
O kendisine muhatap aldığı üç beş kişinin ismini ortaya koyarken bizler her gün yeni isimlere saldırdık.

O sloganlara itibar etmezken bizler sloganlarla yaşadık.
O söylediklerini yaşadığı halde biz sadece onu kopyaladık ve tekrarladık.
Hâlbuki Atsız, devleti yönetenlerce öldürülmeye çalışılan Türk Milliyetçiliği’ni ayakta tutmakla görevini yerine getirmek zorundaydı.
Biz ise; Türk Milliyetçiliğini hayata geçirmemiz gerekirken, ayaklar altına alınmasını bile yaşadık.
İşte bu noktadan baktığımızda ‘’
Yüzde yüz Türk olduğun zaman cihan senindir’’ sözünün bizde tam karşılık bulmadığını itiraf ederek Atatürk’ün ve Atsız’ın bıraktığı yerden hareket etmemiz için çok iyi kendimizi fikren yetiştirmeye, fiilen birbirlerimizle kenetlenmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Günümüz Türkçüleri öbek öbek olmuş, birbirini anlama yerine benim dediğim doğrudur anlayışı ile hareket etmekte, karalamalar ile Atsız’ın haklılığını ortaya koymaya çalışmakta, bir yanları ile politizedirler.
Bunu aşmamız, fikir derinliğimizde her şeyden önce bir olmamız ve eylem birlikteliğini ortaya koyabilmemiz gerekmektedir.
Başka türlü başarı yolumuz yoktur.

Saygılarımla,
Mehmet Zehir